H2O Podcast
Home > İklim Gerçekleri
  
   Home
   How To Listen
   H2O Links
   BLOG
   Notification List

==~==~==~==~==~==

   Water
     Oceans
     Seas
     Great Lakes
     Wetlands
     Rivers
         Waterkeepers®
         American Rivers
     Misc. - But Important

   Earth
         Pesticides
     Earth's Tree News
     Tropical Rain Forest

   Vegetarian/Vegan    CAFOs

   Climate History

   Conferences

   Energy
   Nuclear Energy
   Other Podcasts

   Transportation

   Turkish

   Down in the Valley

RSS FEED:
Copy and Paste this feed: RSS FEED into your Aggregator Software to download New podcasts Automatically.
  
- Podcast Başlığı: İklim Gerçekleri











Podcast Başlığı: İklim Gerçekleri
Green Web Hosting! This site hosted by DreamHost.


Kuresel isinmanin temelleri hakkindaki dort bolumluk seminer. Ilk bolum
Sulandirilmiş Çorba ve Sulandirilmiş bir Hikäye
Ozon Deliği Sızdırıyor ve Bunun Gibi Başka Hikayeler


Genel Tarifi:
Burada iklim bilimlerinin esaslarini ve güncel iklim konulariyla ilgili, bilimsel çalişmalara dayanan bazi konulari işleyeceğiz. Ayrica günümüzde çok önemli olan küresel isinma ile ilgili, yine bilimsel çalişmalara dayanan, fikirleri tartişacağiz.

Benim Hakkımda:
Ben son sekiz yildir Grand Valley State University'nin Jeoloji Bölümünde öğretim görevlisiyim. Orta Doğu Teknik Üniversitesi mezunuyum ve orada jeoloji mühendisliği dalinda mastir yaptim. Sonra Amerika'da Northern Illinois University'den doktorami aldim. çalişmalarim ve derslerimle ilgili bilgiler için lütfen sitemi ziyaret edin: http://www4.gvsu.edu/mekikf.

===== ===== ===== ===== ===== ===== ===== ===== =====




Kuresel isinmanin temelleri hakkindaki dort bolumluk seminer. Ilk bolum

Bugun kuresel isinmanin temelleri hakkindaki dort bolumluk seminer serimize basliyoruz. Ilk bolumunu BURADAN dinleyebilirsiniz. Lutfen powerpoint slaytlarini anlatici devam ederken degistirerek dinleyin.

===== ===== ===== ===== ===== ===== ===== ===== =====




Sulandirilmiş Çorba ve Sulandirilmiş bir Hikäye

Yazan David Archer

===> Dinlemek için tıklayın "Sulandirilmiş Çorba ve Sulandirilmiş bir Hikäye"

Ingilizce'den çeviren Figen Mekik

Planktos.com adli bir firmanin, okyanuslari gübreleme yoluyla karbon bedelinin hafifletilmesini sağlayacak bir ürünü çok ilgi görüyor. Okyanusun bazi yerlerinde, planktonlarin yetişmesi için gerekli tüm malzeme zaten mevcut; eksik olan tek şey eser miktarda demir. Kullandiklari her bir atom demire karşilik, bitkimsi plankton 50,000 atom karbon israf ediyor. Atmosferden karbon emmek için bundan daha güzel bir yöntem olabilir mi?

Ancak, ağaç biokitlesi gibi, bitkisel plankton biokitlesinin de ömrü sonsuz değil. O zaman maarifet, karbonun denizin yüzeyinden derinlere doğru çökelmesini sağlamak, genellikle sümük ve kaka halinde. Bu malzeme aşaği yukari bir kilometre derinliğe indiğinde tekrar CO2'ye dönüşebilir, ama içinde bulunduğu su kitlesi havaküreyle onlarca, hatta yüzlerce yil temas etmeyecektir.

Daha önceki yillarda denizi demirle gübreleme deneyleri yapildi; çoğu ekvatoryal Pasifik, Güney Denizi ve Kuzey Pasifik'te olmak üzere. Bu bölgelerde denizin kimyasi demir ile gübrelenmeye uygun; yani buralarda bol miktarda azot (nitrat ve amonyak halinde) ve fosfor var. Bu deneylerin hepsinde görülen şey şu ki bitkisel plankton yetişmesi demir eklenmesi ile kamçilaniyor. Ancak pek çok çalişmada bu yolla gübrelenen yüzey sularindan derin denize giden karbonda bir artiş maalesef görülmedi.

Ancak, belki de uzun süreli gübreleme yapilirsa, sümük ve kaka üreten canlilar daha fazla üretime geçerek derin denize gönderilen karbonu arttirabilirler. Bu söylediğim Güney Denizinin Kerguelen Plato'sunda yapilan bir çalişmanin sonucuydu (Blain ve diğerleri, 2007). Daha önceki demir ile gübreleme çalişmalarinda denize asit içinde çözelmiş demir, tek seferli ve kisa süreli olarak gerçekleştirilmişti. Bir kaç gün sonra demir ya başka parçaciklara yapişti veya derin sulara karişti. Ama eğer demir yavaşça çözülen haplar halinde okyanusa atilsaydi, o zaman uzun süreli bir demir çözelmesi olacağindan, deneyler daha başarili olabilirdi.

Denizin yüzey sularindaki CO2, bitkisel planktonun üreme ve yetişmesi ile tüketildikten sonra, suyun havaküreyle temasi sonucu tekrar artiyor; bu da aşaği yukari bir yil sürüyor tropik denizlerde. Diyebiliriz ki tropik denizlerin yüzey sulari bir yil sonra hala yüzeyde olacağina göre, CO2 depolarini tekrar doldurmalari için bol bol zaman var nasil olsa.

Ama tropiklerde bir sorun var: eğer yüzey sularinin kaderi uzun süre yüzeyde kalmaksa, o zaman içerdikleri demiri kolayca tüketeceklerdir ki içerdikleri azot ve fosforu bitkisel plankton kullanabilsin. Belki bazi yüzey sulari termokline batabilir ara sira, ama er veya geç tekrar yüzeye çikip havaküreden düşen tozun içerdiği demir sayesinde fotosentez yapan plankton tarafindan basilacaktir yine. Marinov ve diğerlerinin (2006) gösterdiği gibi bitkisel planktonun üremesi okyanusun bir bölgesinde hizlandirilirsa, başka bölgelerinde azaliyor. O zaman karbon bedelini hafifleteceğiz diye bir yerdeki bitkisel planktonun üretimini arttirmanin pek bir anlami kalmiyor, çünkü bu zaten kendiliğinden olacak bir şey. Doğal olarak gerçekleşmeyecek bir şeyi yapmaliyiz ki fazla karbonu deniz emebilsin.

Dünya okyanusunun tek bir bölgesinde bitkisel planktonun artişi başka yerlerde azalmasina sebep olmuyor; orasi da Güney Denizinin derinleri. Burada batan su kitleleri taa denizin en derinlerine kadar iniyor, yüzeylerde kisa bir tür atmak yerine. Ama bu sefer başka sorunlar var. Hayata elverişli tropikler yerine, deniz buzu var, yüzlerce metre derinlere kadar batip karişan sular var (planktona yaramaz) ve senenin büyük bir kisminda karanlik bu bölgeler. Hadi kolaysa onu gübrele bakalim!

Model yapan bilimcilerin çoğunun ortak kanisi şu ki denizi gübrelemek yoluyla havaküredeki karbonu azaltma işlemi pek önümüzdeki yüzyil içinde etkili bir çözüm olamayacak. Sorunun bir başka parçasi da yüzey sularinin yüzölçümü olarak sadece küçük bir yüzdesi Güney Denizinde. Model sonuçlarina göre eğer tüm Güney Denizini gübrelersek, 2100 yilina kadar atmosferden sadece 15 ppm karbon emebileceğiz (Zeebe ve Archer, 2005). Evlerimizde kullandiğimiz ampulleri daha verimli olanlariyla değiştirerek bundan daha fazla etkimiz olur!

Ancak, okyanuslar ne kadar karbon emebilir derken belki de yanliş soruyu soruyoruz. Okyanusun tüm biyolojik karbon üretimi yilda 15 Gton karbon kadar; gübreleyerek bu miktari belki yilda 1 Gton artirabiliriz. Havaküreye her yil eklediğimiz 7 Gton karbonu azaltmaya yetmez bu, ama yardimci olabilir mi? Son zamanlarda tek bir çözümle bütün sorunun üstesinden gelme idealizminden vaz geçmis vaziyetteyiz. Geleceği, birbirine eklenen küçük çözümlerle kurtarmaya çalişiyoruz (Pacala ve Socolow, 2004); ya da Uluslararasi Iklim Değişikliği Görevgücü'nün 3. Grubunun tabiriyle "çözümler portfolyosu" ile. Peki, karbon bedelini azaltmak yönünde denizleri gübrelemeye çalişmak en azindan gerçekçi bir yaklaşim mi?

Tropikleri gübreleyerek okyanusun karbon emisini arttirmaya çalişmak bence biraz sahtekarlik olur çünkü burada zaten doğal olarak plankton üretimi olacak. Reklamini yaptiklari ürün belki derin Güney Denizinde başarili olabilir ama oralari gübreleyerek yüzey sularindaki verimi artirmak çok zor olur. Ancak başarili olabilirsek, en azindan kendiliğinden, doğal olarak gerçekleşmeyecek bir şeyi yapmiş oluruz.

Fakat, eğer denizi gübrelemek yoluyla karbon bedeline paylaşacaksak, o zaman havaküredeki ve denizdeki karbon kimyasindaki değişikliklerin hesabini saydamlikla tutmaliyiz. Bunu belki tropiklerde yapmak kolay olacaktir, ama Güney Denizinde yapmak kabus gibi bir şey, ve hatta güvenilir bir hesap yapmak orada imkansiz bence. Okyanusun kimyasiyla ilgili genel veriler, karadan gelen verilerden daha sağlam çünkü okyanusta yerel değişiklikler daha az oluyor. Hatta Galapagos bölgesi gibi sakin, uyumlu denizlerde üst okyanusun karbon kimyasini ölçmek, karada ayni şeyi yapmaktan çok daha kolay. Ancak, okyanus sulari çok devinimli; karada bu problem yok. Güney Denizi özellikle büyük bir girdap gibi. Orada, bir parça suyu gübreleyip karbon kimyasindaki değişiklikleri ölçmek çok daha zor olacaktir.

Ayrica, Güney Denizinin yüzey sulari pek atmosferdeki CO2 kimyasini etkileyemiyor çünkü batan sular burada çok derinlere iniyor. Yani atmosferdeki CO2'yi sabit ve dengeli bir değere indirmek yüzyillar sürebilir. Gübrelenmiş suyumuzun tüm derin okyanusu doldurmasini beklememiz gerekecek. Bence, bu uzun süreli devinimin bir diğer sonucu da şu: Antarktik sulariyla atmosferden emilen bir ton karbonun etkisi, başka bir yolla daha çabuk emilen bir ton karbonun etkisine eşit olamiyor. Bu yöntemin etkinliği çok düşük, ve hesabini tutmak çok zor.

Dolayisiyla ben olsam, denizi gübreleme ve daha çok ağaç dikme yollarindan sakinirim. Bu yöntemlerle havaküreden ne kadar CO2'nin eksildiğini hesaplamak çok zor. Ayrica uzun süreli bir çözüm değil çünkü okyanus akişkan ve sizdiriyor. Insanoğlu ilelebet denizi gübrelemeli ki istenen atmosferden karbon eksiltilmesi başarilabilsin. Iklim değişikliği sizi endişelendiriyorsa, yeldeğirmenleri dikin. Iklimi yoluna koymak

===== ===== ===== ===== ===== ===== ===== ===== =====




Ozon Deliği Sızdırıyor ve Bunun Gibi Başka Hikayeler

===> Dinlemek için tıklayın "Ozon Deliği Sızdırıyor ve Bunun Gibi Başka Hikayeler"

Yazan ve Ingilizce'den çeviren Figen Mekik - Grand Valley State University

"Ama Figen, nemli hava ağir geliyor!" dedi öğrencilerim, neredeyse hepsi bir ağizdan. Gerçekten çok değerli bir an. Belki uzun yillardan beri yanliş bildikleri bir şey yüzeye çikti: su buhari kuru havadan daha ağirdir. Hemen hesap makinalarimizi ve periyotlar cetvelimizi çikarttik ve H2O'nun moleküler ağirliğini hesaplayarak, N2 ve O2'ninkilerle (havakürenin büyük bir kismi) kiyasladik. Büyük bir yanliş olguyu düzelttim diye sevinirken gerisini göremedim.

Meğerse bu ağir nemli hava fikrinin hemen altinda daha yanliş başka düşünceler de varmiş. Bir öğrencim sordu: "su buhariyla sivi suyun formülü ayni mi?" Hangi halde olursa olsun suyun formülünün hep H2O olduğunu duyunca çok şaşirdi. Hatta buzun bile! "Bilimde herşeyi basit tutmaya çalişiriz" dedim. Bir iki kiz güldü "hiç de bile!"

Sonra başka bir öğrencim itiraf etti ki hep su buharlaşinca H2 ve O2'ye bölündüğünü zannedermiş. Bu durumda nemli hava daha ağir oluyor. Başka bir tanesi cevap verdi "öyle olur mu ya.. Su buhari, sivi hale dönüşünce moleküller büyür. Bu yüzden sivi su, buhardan ağirdir." Hemen buharlaşma ve sivilaşmanin moleküler dinamiği üzerinde uzun bir tartişmaya giriştik. Ayrica bildiklerini zannettikleri bir şey ile (su buhari ağirdir) televizyondaki hava durumu yayinlarindan bildikleri bir başka şeyi (alçak basinç yağmur demek) karşilaştirinca, bu iki fikir arasindaki çelişki onlari "bildiklerini" tekrar düşünmeye ve düzeltmeye mecbur etti. Bir saatin sonunda "çok tuhaf, meğerse nemli hava yükselirmiş, kim bilebilirdi ki," demeye başladilar.

Bunlar gibi çok yaygin olan bir kaç başka yanliş kani da şunlar:

[1] Mevsimler, dünyanin düzenli olarak güneşe yakinlaşmasindan ve uzaklaşmasindan meydana gelir. Bu yanliş bilginin muhtemel sebepleri (a) içgüdüsel olarak mantikli oluşu, ve (b) ders kitaplarinda dünyanin yörüngesindeki elips şeklinin çok abartilmasi; o kadar ki bu yanliş düşünce makul oluyor. Ancak maalesef bu çok yaygin bir yanliş kani, taa ana okulundan lise fizik öğretmenlerine kadar. Akli çok karişmiş bir genç adam bana şunu demişti: "Ilk okul 3. sinif öğretmenim mevsimlerin, dünyanin ekseninin yörünge düzlemine göre dik olmayişindan kaynaklandiğini; kuzey yarimkürede kişken, güney yarimkürede yaz olduğunu söylemişti. Oysa lisedeki yerbilimleri öğretmenim dünya güneşe yakinken yaz olur, uzakken kiş olur dedi. Yani yazin dünyanin her yeri sicaktir. şimdi siz diyorsunuz ki ilk mektep öğretmenim hakliymiş. Sonra, güneş lekelerindeki faaliyet artişi sebebiyle yerküremiz isiniyor diyorlar. Eğer güneş mevsimleri yaratacak kadar etkiliyse (hangi sebeple olursa olsun), bu düşünce bana mantikli geliyor. Ama siz diyorsunuz ki küresel isinmanin esas sebebi insanlarin havaküreye ekledikleri CO2. Size nasil güvenebilirim?"

Hakli! Eğitimindeki çelişkileri düzeltmek çok zor. Ve böyle durumlarda ben doktorali bir iklim bilimciyim demenin ne pek bir değeri ne de etkisi oluyor. Onun için, hakli olduğunu kabul ettikten sonra bir ay boyunca dersi, öğrencilerle deneyler yapmaya ve veri ve hata payi analizlerine adadik. O dönem kiyisal jeolojiyi işleyecek vakit kalmadi ama yinede değdi bence.

[2] Ozon tabakasindaki delik ve hava kirliliği (aerosol adi verilen küçük parçaciklara varincaya kadar) küresel isinmaya sebep oluyor. Bir önceki gibi bu da çok yaygin ve düzeltilmesi güç bir yanliş kani. Medya ve pek çok ilkokul ve lise öğretmeni tarafindan da böyle anlatiliyor bu konu. Belki de bunun sebeplerinden biri dünyaya güneşten işinim değil isi ulastiğinin zannedilmesi. Yani ozon tabakasi gezegenimizi hem güneşin zararli işinlarindan hem de isisindan koruyor. Ama delik olduğuna göre altina fazla isi siziyor ve sonra alt tabakalarda hapis kaliyor bu isi, ve böylece küresel isinma oluyor. Biliyorum, eyvah! Bu yanliş düşünceyi düzeltmek için ben öğrencilere diyorum ki güneş tabii ki çok sicak ama ayni zamanda da çok uzak, ve dünya ile güneş arasinda büyük bir boşluk var. Dünyamiza güneş isinimin bir kismi kizilötesi (isi) olarak gelse de, güneş o kadar sicak ki işiniminin sadece az bir kismi kizilötesi, büyük bir kismi ise görülebilir işik ve morötesi işinlar halinde bize ulaşiyor. (Burada hissedilebilir isi ile işinim arasindaki farki belirtmek için küçük bir düzeltme yaptik. Kusura bakmayin.)

Ancak, ozon azalmasi ile küresel isinma ilişkilidir kavrami o kadar da yanliş değil. Daha önce de burada tartişildiğ Ozon Azalmasi ve Küresel Isinma), ilk CFC gazlari ve hatta ozonun ta kendisi aslinda kuvvetli birer sera gazidir. Buna ek olarak, küresel isinmayla oluşan stratosferdeki soğuma, orada ozon tabakasinin incelişini hizlandiriyor. Ve hatta CFC'lerin yerine kullanilan gazlarin dahi sera gazi olma potansiyeli olduğu saptandi. AMA, ozon tabakasindaki incelme (ozon tabakasindaki delik), küresel isinmaya sebep olmuyor.

öğrencilerle bu tartişmamiz er ya da geç havadaki aerosolleri de kapsamaya başliyor. Aerosoller her ne kadar güneşten gelen işinlari emip dağitarak biraz isinmaya sebep olsalar da, daha büyük etkileri soğuma doğrultusunda oluyor. çünkü bulut oluşumunu olumlu yönde etkileyip gezegenimizin albedosunu (işik yansitma özelliğini) arttiriyorlar.

[3] Sera etkisi ve küresel isinma ayni şeydir. Bu da eyvah! Belki bu yanliş olgunun kökünde çok zaman ders anlatilirken sera etkisi ile küresel isinma konulari birlikte işleniyor. öğrencilere açikça belirtilmeli ki sera etkisi olmasaydi, gezegenemizin ortalama sicakliği 30 derece C daha az olduğu gibi, gece-gündüz arasinda aşiri isi farki olurdu. Pek yaşam için uygun bir iklim değil. Ancak insan eliyle meydana gelen küresel isinma, sanayi devriminden bu yana atmosferdeki sera gazlarinin, özellikle CO2'nin, artmasindandir. Gezegenimizin geçmişinde buzulçaği ve buzulçaği-arasi dönemlerdeki iklim değişimleri hem güneş faaliyetleri hem de sera gazlarindaki doğal artma ve azalmalar ile açiklanabiliyor elbette. Ancak son bir kaç onyildir yaşadiğimiz küresel isinma miktarini açiklamak için muhakkak insanlarin havaküreye eklediği CO2'yi hesaba katmak gerek (mesela,

[4] Kuzey ve güney yarimkürede sifon çekildiğinde tuvaletteki su birbirinden farkli yönde döner. Bu aslinda pedagojik olarak kullanişli bir yanliş kani. Tamamiyla asilsiz olmasina rağmen, temelindeki esas doğru ve sadece bir ölçek meselesi bu. Bunu dedikten sonra eklemeliyim ki Koriolis etkisi öğrencileri en çok zorlayan konularin başini çekiyor. öğrenciler genellikle sağa doğru yönelmeyle, doğuya doğru yönelmeyi biribirine kariştiriyor. Ayrica konuya bir boyut daha ekleyip dikey yöndeki hareketi de ele alinca (tropik firtinalar gibi), öğrenciler için bu iyice içinden çikilamaz bir konu haline geliyor. Bu yüzden doğu-bati, saat yönünde veya aksinde gibi deyimleri hiç kullanmamaya özen gösteriyorum. Bunu, öğrencilerim dijital olamayan klasik saatleri tanimayacak kadar genç olduklarindan yapmiyorum. Bu konu uzerinde durmamin sebebi uydu fotoğraflarina baktiğimizda, firtinalarin kuzey yarimkürede saat yönünün tersine döndüğünü (yani sola) görmemizdir. öğrencilerin açikça "sola dönüş" olarak görebildiği bu olguyu inkar etmek mümkün değil. Ama açiklamamizi basit tutar, "Kuzey yarimkürede hareket eden cisimler, hareketleri doğrultusundan sağa doğru kayarlar" dersek anlaşilmasi biraz kolaylaşiyor. Ama yine de çok zor bir konu bu. Burada bir başka zorluk da Koriolis etkisinin bazan bir güç olarak algilanmasi. Henüz fizik dersi almamiş öğrenciler bir güçle etkinin arasindaki farki bilemiyorlar.

Belki de şimdi içinizden diyorsunuz ki "bati Michigan'daki bir okulda böyle olabilir, ama daha prestijli üniversitelerde muhakkak ki öğrenciler daha bilgilidir." Ah keşke böyle olsa. adli video, Harvard mezunlarinin mevsimlerin oluşma sebebi ve ayin evrelerinin nedeni hakkinda ne kadar cahil olduğunu sergiliyor. Bu yanliş kanilarin yayginliğinin sebebi, bunlari öğrencilerde tespit etmenin çok zor oluşu. öğrenciler, öğretmenin duymak istediği cevabi vermekte, ve doğru kelimeleri kullanmakta usta, ama çoğu zaman kavramlari iyi anlamiş değiller. Dokuz yildir üniversitede eğitmenlik yaptiktan sonra öğrencilerimi "akillarina geleni" söylemeye teşfik etmeyi öğrendim. Böylece, farkina varmadan bana yanliş bilgilerini belirtirler de, ben de düzeltirim diye umuyorum.

Bunu sadece Amerikalilarin sorunu olarak görebilirsiniz belki çünkü son zamanlarda Amerikan eğitim sistemi çok eleştirilir oldu. Ama bu da maalesef doğru değil. Internette bir iki çabuk tarama şu sonuclari verdi: Yunanli anaokulu öğretmenleri ozon deliği ile küresel isnmayi birbirine kariştiriyor. Yunanli ilkokul öğretmenleri ozon deliğinin iklim değişikliğine sebep olduğunu zannediyor. Avusturalyali üniversiteli gençler ozon deliğinin büyük bir kisminin Avusturalya uzerinde olduğuna inandiklari gibi, cilt kanserindeki artişlari da buna bağliyorlar. Israil'de orta okul öğrencileri küresel su devinimindeki belli şeyleri iyi bilselerde, bu büyük döngünün okyanusta başlayip yeralti suyunda bittiğini zannediyorlar. Ve bazi Türk fizik öğretmenleri ayin doğup battiğina inamadiği gibi, bazi Türk öğretmen adaylari ise yaz aylarinda dünyanin güneşe daha yakin olduğunu zannediyorlar.

Peki ya siz? Bu küçük kendinizi deneyin bakalim. (Sinavi yenilemek üzere şimdilik kaldirdilar galiba)

Fakat bu sinavda bazi sözcük ve anlatim hatalari var sanirim. Ayrica bazi sorular çok detayli veya belirsiz veya Chicago-merkezli. Ama hakkinda ne düşündüğünüzü bilmek isterim.

Peki bu yanliş kanilar nereden çikiyor? Kişisel deneyimlerin ve içgüdüsel anlayislarin büyük payi var bu yanliş algilamalarin gelişmesinde ve okul boyunca pekişmesinde. Size çok tatli bir kisa ,a href="http://www.exploratorium. edu/ifi/resources/workshops/teachingforconcept.html">hikaye anlatmak istiyorum. Bir grup 4. sinif öğrencisinin isi konusunu öğrenirken ki maceralari. çok bilinçli bir öğretmenleri var, ve isi konusunu onlara bir soru yönelterek açiyor: "Bana sicak bir şey örneği verin." öğretmen güneş veya ocak gibi yanitlar beklerken küçükler palto, şapka, hirka deyiveriyorlar. Bir tanesi "halilar fena sicak" diyor. öğretmen "ama ben hirkani tutunca sicak gelmiyor" deyince "ohhh, bu bir zaman meselesi, zamanla 200 derece bile olur!" diyor öğrenciler. Kusur bulabilir misiniz? Hayatlarinin dokuz kişi soğuk Massachusetts de geçmiş ve anne-babalar ve öğretmenler hep "sicaklarini" giy yavrum demişler.

Bu örneğin gösterdiği gibi sorunun bir bölümü dilden kaynaklaniyor. "Sicak giyim" sanki isi yayan bir hirka izlenimi birakiyor; "sera gazi" sanki seralar gaz içeriğinden dolayi sicakmiş intibasi veriyor; güneşin doğusu-batisi sanki güneş gök yüzünde hareket ediyormuş anlamini veriyor ama aslinda dönen dünya; ve "görecelik kurami" sanki her şey görecelidir der gibi oluyor ama kuramin esasi işik hizinin değişmezliğine dayanir.

4. sinifimiza geri dönelim, bakalim öğretmenimiz bu durumla nasil başa çikacak. Tabii ki "çocuklar öyle şey olur mu, sicak olan sizsiniz" diyebilir. Bu çok zaman kazandiracak ve daha çok konu işlemeyi mümkünleştirecek bir tutum olur muhakkak. Ama bu öğretmen çok tecrübeli ve onlari hiç kirmiyor. "Peki, herkes yarin evinden sicak bir şey getirsin" diyor. Ertesi gün şapkalar, atkilar, paltolar ve hatta bir kuş tüyü uyku tulumu geliyor. öğretmen her parçanin içine bir termometre koyuyor ve gecenin geçmesini bekliyorlar ki zamanla herşeyin içi kizişsin diye. öğrenciler uyku tulumunun 400 derece Fahrehayt olacağindan eminler. Ertesi gün pür heves gelip termometrelerine bakiyorlar. 68 derece F! (18 derece C). Hepsi çok şaşiriyor. Ama kani oldular mi? Kesinlikle hayir! Dokuz yillik kişisel deneyimlerinden öyle hemen vazgeçerler mi? "Içlerine soğuk hava girdi" diyor bir küçük kiz. "Ben arabada camlari kapatip oturunca çok terliyorum. Elbiselerimizi saklamamiz lazim," diyor. Hemen her şey çekmecelere, dolaplara dolduruluyor, her parçanin içinde termometresi var tabii. Bir gece daha geçiyor. Sabah koşa koşa gelip bir bakiyorlar, yine 68 derece. Ama bir tanesininki 69 derece. Hepsi alkişliyor. Bari doğru yönde bir gelişme var diye herhalde. Bu böyle bir kaç gece devam ediyor. Sonunda ciddi tereddütler doğmaya başliyor. öğretmen diyor ki "giysilerin sicak olduğuna inananlar bu tarafa geçsin" ve solu gösteriyor. "Kendilerinin sicak olup giysileri isittiğini düsüneneler sağa geçsin" diyor. Hemen hemen hepsi sağa gidiyor ama üç tane inatçi sola gidiyor. Hep inkarcilar olacaktir herhalde! Ama ne olursa olsun bu çocuklar isidan çok daha önemli iki şey öğrendi: bilimsel sorgulamanin esasini ve bazan gerçeklerin hissedildiği gibi olmadiğini.

Peki yanliş kanılar anlayışı engelleyen unsurlar mi yoksa pedagojik aletler mi? Bu her öğretmen'in tarzi ve yapisina göre değişecektir. Ama önemli olan [1] yanliş kanilari sorgulamak, [2] yanliş olduklarini deneyler vasitasiyla göstermek (eğer öğrenciler deneyleri düzenlerse daha da iyi), [3] bu sorularin yanitlarini ararken pek çok hipotez üretmek ve [4] onlari tek tek deneylerle sinamak ve [5] ne olursa olsun hiç bir öğrencinin ortaya çikmiş bir yanliş kaniyla sinifi terketmemesini temin etmek. Ve belki daha da etkili olacak bir yol, devlet bilim kuruluşlarinin öğretmenleri eğitmek için bol miktarda para, zaman ve çaba harcamalari olacaktir.

Açıklama: Ben eğitim psikoloğu değilim. Üniversite'de profesör ve deniz/iklim bilimcisiyim. GVSU'nun Jeoloji bölümünde son derece zengin bir eğitimcilik hayati yaşamaktayim. Ancak burada anlattiğim hikayeler ve atiflar, taa Orta Doğu Teknik üniversitesinde 1991 yillinda mastir yapmaya başladiğim siradan beri sürekli ve tekrarli bir şekilde duyduğum yanliş kanilara dayanmaktadir. Bu yanliş kanilar da herhangi bir tek öğrencime ait olmayip, yayinlanmiş 7000 fazla yanliş bilgi üzerine dayandirilmiştir.
 






For further information contact:

Joseph Puentes
email: Clean@h2opodcast.com
RSS FEED: http://h2opodcast.com/rss.xml

[Valid RSS]

Google
WWW H2Opodcast.com


Copyright © Joseph L. Puentes 2005-2012

Counter developed by website design company designer.